![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSxhb819fXQavVIJiLgnmPTXMRbwRkKsttU7HSDTN1_jv8cAeYUKMmwKnHXGk2sabhLeXM4eT6veO-Jut5TtoPWN28ypo8OZL09Piwxi_tzzwuViBsFxf6flpxjEy2pnaR6v3GbwOGrqE/s1600/tezer-o%25CC%2588zlu%25CC%25881.jpg)
Hiçbir kalıba sığmayan, tüm kısıtlamalara karşı çıkan,kendi sınırları içinde sınırsızlığını kurmuş,toplum ya da devlet tarafından vurulan bütün ketlere karşı çıkan, yaşamı "karşı çıkmak" olarak algılayan harikulade bir kadından bahsedeceğim sizlere: Tezer Özlü..
Melankolik olduğu kadar yaşam dolu olan Özlü kendi deyimiyle "yaşamın bir adım uzağında ölümün bir koşu yakınında" dır. Bu iki kavramı birbirinden ayırmadan yaşamının içinde sindirip,ölüm özlemini de yaşam sevincini de bir arada yaşar. Bunun bir sebebi de manik depresif bozukluk hastalığıdır.
Hastalık ani duygu değişimlerine neden olduğundan hayatıyla ilgili ani kararlar almasına da neden olabiliyordu.
Çocukluğun Soğuk Gecelerinde "Onların dünyasında iniş çıkışlar bu denli büyük değil. Onların dünyasında coşku delilik derecesine varmıyor. Onların dünyasında bunalım ölüm korkusuna, belki de ölüm isteğine dönüşmüyor. Onlar yemek yemeyi her zaman seviyor. Düzenli yemek yiyorlar. Duygusal coşkular yemek gibi beslemiyor onları. Onlar işlerine inanmış. "Başkaldırma" yı savunurken belli bir düzenin akışındaki yerlerini korumaya çalışıyorlar. Onlar dolmuşa biner gibi evlenip, iner gibi boşanmıyor." diye yazar.
"Sınırlar kadar hiçbir kısıtlamadan sıkılmadım ve kendi sınırlarım içinde sınırsızlığımı kurdum. Hiç değilse bana özgü bir sınırsızlık. Kendi suskunluğumun kendi çığlığımın sınırsızlığı."
Hayranı olduğu Pavese'den 35yıl sonra, 10 Ekim 1943'te Simav'da dünyaya gelen Özlü'nün çocukluğu ailesinin işi gereği farklı şehirlerde geçmiştir. 11 yaşındayken aile İstanbul'a yerleşir. Burda Avusturya Kız Lisesi'ne gider. Eğitimin rahibeler tarafından verildiği katı kuralları olan,sorgulamayı yok sayan adeta düşünme düşmanı olan bu okula uzun süre katlanamaz ve okulu bırakır. Okul yıllarını çocukluğun soğuk gecelerinde şu şekilde anlatır: "Yaşam, şimdi ancak kavranılması ve anlaşılması gereken; oysa yaşanması, gerçeğine inilmesi ileriki yıllara atılan bir yabancı öğe gibi önümüze getirilmiş."
"Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun."
Okulu bırakmasının ardından 1962-1963 arasında otostopla avrupayı gezer. Son durağı Paris'te Adalet Ağaoğlu'nun kardeşi Güner Sümer'le bir kafede tanışır ve o gece birlikte olurlar. İlişkileri kontrol edilemez bir şekilde ilerlerken o yalnızca günleri ve saatleri bilir her şey onun dışında gelişir ve 1964 yılında imzayı atar. Tezer için Ankara günleri başlar. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazar ve çeviriler yapar.Ankara Devlet Tiyatrosu'nda Sümer'in yönettiği Brendan Beehan'ın Gizli Ordu oyununda yer alır. Başlarda her şey yolunda gibi görünse de hiç bir zaman tam olarak sevemediği ve tanıdıkça uzaklaştığı eşiyle işler yolunda gitmemeye başlar. Sümer'in sürekli içki içmesi,hayatlarına sürekli karışan tutucu ailesi Tezer'i eşinden iyice soğutur.
"Neden dost olmadan erkek-kadın, karı-koca olamaya çabalıyoruz?" diyerek sorgular bu durumu. 1968'de hastalığı nükseder ve Sümer'den ayrılıp İstanbul'a taşınır. Dokuz yıl sonra sümer 41 yaşında vefat ettiğinde bununla ilgili olarak Çocukluğun Soğuk Geceleri'nde şöyle yazar:
"Ölüm sessizliği çok genç buldu onu. Karı koca olamadık.Gerçek dost da olamadık. Bir kitapta okumuş,bir filmde izlemiş gibiyim beraberliğimizi. Severek anımsanan bir kitap bile değil."
Tezer, Sümer'den boşandığı yıl Erden Kıral'la ikinci evliliğini gerçekleştirir. Bu evlilikten eşine tek şartı onu kliniğe ve doktorlara bırakmamasıdır.
"... bu adamla, beni doktor ve kliniklerin eline bırakmasın diye evlendim. Evlenirken ondan tek isteğim bu oldu. Hastalanırsam evde kalmak, plaklarımla, kitaplarımla, sevdiğim bir iki eşyayla olmak ve çay içebilmek istiyordum."
Ancak hastalığının nüksetmesi nedeniyle ablası Sezer Duru ve Erden Kıral onu kliniğe yatırmaktan başka çare bulamaz.
"... bu adamla, beni doktor ve kliniklerin eline bırakmasın diye evlendim. Evlenirken ondan tek isteğim bu oldu. Hastalanırsam evde kalmak, plaklarımla, kitaplarımla, sevdiğim bir iki eşyayla olmak ve çay içebilmek istiyordum."
Ancak hastalığının nüksetmesi nedeniyle ablası Sezer Duru ve Erden Kıral onu kliniğe yatırmaktan başka çare bulamaz.
"Geceler çok erken gelir hastanelere. Ama bitmek bilmez. Gün doğmak bilmez."
Tedavisinin sona ermesinin ardından 1973 yılında eşi Erden Kıral'dan bir kızı olur. Ona mücadelesine hayran olduğu Deniz Gezmiş'ten yadigar Deniz ismini verir.
İlk kitabı Eski Bahçe(1978) evliliği süresince yazdığı öykülerden oluşur. İlk romanı Çocukluğun Soğuk Geceleri'nde (1980) ise kişinin çocukluğundan başlayarak içine düştüğü yaşamın baskıları ile karşı karşıya kalışını, farklılığını ve uyumsuzluğunu sarsıcı bi şekilde anlatır.
" Dünyanın bize yaşatılandan öğretilenden daha başka olduğunu seziyorum."
1981'de Almanya'dan kazandığı bir bursla kızı Deniz'i de alıp Almanya'ya taşınır. Bu olay bitme noktasında olan evliliğinin sonlanmasına neden olur. Boşanmalarını Leyla Erbil'e mektubunda,
"...herkesi benle aldattı, ben de onu herkesle aldattım. Benim boşanabilmem nedeniyle her şeyi rahatlıkla konuşabildik, açıldık boşanma ikimizin ilişkisini bir araya gelsek de gelmesek de her türlü yalandan arındırdı." diye yazar.
"...herkesi benle aldattı, ben de onu herkesle aldattım. Benim boşanabilmem nedeniyle her şeyi rahatlıkla konuşabildik, açıldık boşanma ikimizin ilişkisini bir araya gelsek de gelmesek de her türlü yalandan arındırdı." diye yazar.
1981 senesinde İsviçre asıllı Hans Peter Marti'yle birbirlerine aşık olurlar. Birlikte pek çok şehre seyahat ederler. Evlenmeye karar verirler. Marti'yi en yakın dostu Leyla Erbil'e " Bu adam benim ölümüm Leyla. Bak, bak bu adam benim ta kendim! Kafatasım bu, kendi ölümüm." diye tanıştırır. Diğer evliliklerinde bulamadığı huzuru Hans Peter'le yakalar. Beraberlikleri sırasında varoluşundan beri büyük bi tutkuyla sevdiği Pavese, Svevo ve Kafka'nın öldükleri şehirlere iki haftalık bir yolculuk yapar. Yolculuğunun sonunda 1983 de Bir İntiharın İzinde isimli romanını yayımlar. Türkçeye Yaşamın Ucuna Yolculuk (isim Ferit Edgü'nün tavsiyesidir) ismiyle kendisi çevirir kitabını.
Takvimler 1985'i gösterdiğinde göğüs kanseri teşhisi konur ve bu hastalık eski hastalığını uzun uykusunun ardından uyandırır. Derin bir depresyon içinde bulur kendini.
Hayatının bu acılı son döneminde İstanbul'a duyduğu büyük özlemle 18 Şubat 1986'da İsviçre' de hayata gözlerini yumar.
" Herhangi bir yerde herhangi bir zamanda yaşamım bitti. Bilmiyorum nerede, ne zaman. Ve işte o bittiği yerde başladı. Acının sonunda... Acı ile.."
"Sadece varım, hepsi bu." diye açıklamıştır varoluşunu. Dünyanın kıyısında, yaşamın ucundadır. Hiçbir yere ait olmak istemez.Hatıralar bırakmaz. Toplumun yaşayış, düşünüş tarzına karşı çıkar intiharın eşiğindedir ve diş ağrıları onunladır. Hiç durmadan gitmek ister, yaşamı gitmek olarak algılar. Belki de dünya üzerinde gezilebilecek her yeri gezdi ve buradan da sıkıldı.
"Burası bizim yurdumuz değil ki... Burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu..."
Bambaşka gizemli bir dünyaya gitti en sonunda. "Kimse senin kadar güzel hiç kimse senin kadar canlı gitmedi ölüme." Işıklar içinde uyu güzel kadın..
Kaleminize sağlık...
YanıtlaSilçok teşekkür ederiz hocam
Sil