Kırmızı Pazartesi, Gabriel García Márquez’ in 1981 yılında yazdığı, işleneceğini herkesin bildiği bir cinayeti konu alan romanıdır. Santiago Nasar’ ın, ablaları Angela’nın bekaretini aldığı gerekçesiyle Vicario kardeşler tarafından öldürülmesi romandaki ana olaydır. Dolayısıyla namus, muhafazakarlık ve toplumsal cinsiyet yazar tarafından roman boyunca vurgulanan ve eleştirilen ana temalardır. Bu yazıda, bahsi geçen temaları kitaptan alıntılar yaparak inceleyeceğim.
Roman,
Kolombiya toplumunun muhafazakar ve ataerkil yapısını gözler önüne seriyor.
Toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlar ve erkekler üzerindeki baskısını Angela
Vicario’ nun düğün gecesi bakire olmadığı gerekçesiyle ailesinin evine geri
gönderilmesinden, erkek kardeşlerinin Nasar’ ı öldürmesine kadar uzanan süreçte
açıkça gözlemleyebiliyoruz. Angela’ nın
annesi Purisima del Carmen’ in “Oğlanlar
erkek adam olacak şekilde büyütülmüşlerdi. Kızlarsa evlenmek üzere
yetiştirilmişlerdi... Her erkek onlarla mutlu olur, çünkü acı çekmek için
yetiştirilmişler.” sözleri cinsiyet rollerinin daha çocuk yaşta aşılanmaya
başlandığını; erkeklerin cesur ve güçlü olma ya da ekmek parası kazanabilme
gibi "kadınlarını" koruyabilecek becerilerle donatıldığını; kadınlarınsa dikiş
dikmek ve yemek yapmak gibi kendilerine tanımlanan “güvenli”
alanda kendilerini eşleri ve çocukları için feda etmelerinin
öğütlendiği bir eğitim sürecinden geçtiklerini görüyoruz. Evlilik ve bu yolla sağlanan eğitim düzeneği, kadını
asalakça, bağımlı olarak ve çaresiz bir hizmetkarmış gibi sürdüreceği bir
hayata hazırlarken, erkeğe bir insanın hayatını tapulu mülkmüş gibi sahiplenme
hakkını tanır. Evliliği erkeğin kadın üzerindeki “seks tekeli” olarak
tanımlarsak, kadının bakire olmaması, erkeğin “mülkiyet hakkını” tehlikeye
soktuğu gerekçesiyle bir infial yaratır ki romanın çıkış noktası da budur.
Öte yandan, toplum cinsellik konusunda iki
yüzlü bir tutum izler. Cinsel konularda erkek, serüvenleriyle ve kadınlara
karşı başarılarıyla övünür, çocukluğundan itibaren kendilerine kadınların
fethedilmeyi istedikleri, ayartılmayı sevdikleri öğretilir bu sebeple yetişkin
olduklarında fatih rolü oynamak isterler. Bayardo San Roman’ ın “köyden köye
dolaşarak evlenecek birini araması”, evleneceği kadının Angela olduğuna karar
verdiğinde onu etkilemek için türlü gösterişler yapması, Angela’ya doğum günü
hediyesi olarak pahalı bir gramofon alması,
dul Xius’ un villasını pazarlık yapıp
alması, düğün için tonlarca para harcaması bu “fethetme” arzunun dışa
vurumu olarak okunabilir. Romanda sürekli olarak bekaretin toplum için
önemi vurgulanır. Örneğin, Angela ve San Roman ev bakmaya gideceklerinde
kızının namusuna laf gelmemesi için “kör” babası çiftin peşinden yollanır. Bir
başka örnek ise gelinin bekaretinin ispatı olarak düğünde taktığı portakal
çiçeklerini Angela’nın bakire olmadığı halde takması ayıplanmasıdır.
Cinsiyet politikaları aktivisti ve teorisyeni Gayle
Rubin’in işaret ettiği gibi, cinsellik, toplumsal cinsiyetler arasındaki
ilişkilerin düğüm noktası olduğu için, kadınların ezilmesi önemli ölçüde onun
içinde biçimlenir, inşa edilir ve onun dolayımında gerçekleşir. Evlilik bir
kurum olarak devlet, din ve toplum tarafından yüceltilir, kutsal olarak
tanımlanır. Cinsellik bireyi devlete bağlayan “toplumsal sözleşmeye” dahil
olur. Böylelikle, üreme zorunluluğuyla ve yalnızca devlet ya da din tarafından onaylanmış
tek eşle yaşanması kaydıyla cinsellik kabul edilebilir hale getirilir. Bunda
kapitalizmin, bir yandan aile üyeleri arasındaki bağları sıkılaştıran temel
işlevleri yok ederek çekirdek ailenin maddi temellerini sarsarken, diğer yandan
da ideolojik düzlemde, aileyi aşkın ve ve duygusal güvenliğin kaynağı olarak
yüceltmesinin büyük rolü vardır. Eğer kadın, cinselliğini devlet ya da dini kurumların
onayı olmadan keşfedecek olursa, “iyi” bir adamın eşi olmaya layık olmama
suçlamasına maruz kalacaktır. Nitekim tüm bu cinayet sarmalını başlatan olay da
tam da bu gerekçeyle meydana gelir. Angela’ nın ailesinin evine geri gönderilmesi hem
Bayardo San Roman’ın , hem de Angela ve ailesinin onurunu kırar. San Roman
fildişinden “erkekliğinin” yıkılmasını kaldıramayıp kendisini içkiye verir.
Ataerkil toplum bu hikayenin en büyük
kaybedeninin San Roman olduğunu düşünür. Annesinin Angela’ ya şiddet uygulaması
ise bu ataerkil yapının toplumun yaşlı kadınları tarafından içselleştirilip,
düzenin ateşli bir savunucu haline gelmelerinin sonucudur. Aynı şekilde, erkek
kardeşlerin “namuslarını temizlemek” için Santiago Nasar’ ı öldürmeleri de bu
düzenin erkeklerin omuzlarına yıktığı ağır sorumluluktan kaynaklanır. Kardeşler
roman boyunca bu cinayeti işleyip işlememek konusunda gelgitler yaşarlar;
ikizleri, ataerki altında ezilen tek bir erkek bireyin yaşadığı ikilem olarak
da okuyabiliriz. Bir tarafta toplum tarafından yüklenen misyona inanmışlık
vardır, bir tarafta ise bu bir "suç" ise de cezasının ölüm olmaması gerektiği
düşüncesi vardır. Bir yanda hayvanlarına çiçek isimleri veren kasap kardeşlerin
kimseyi öldüremeyeceğine inanan insanlar varken, diğer yanda Vicario kardeşler,
Nasar’ ı öldürdükten sonra “Onu bilinçli olarak öldürdük, ama biz masumuz...
Tanrı katında da, insanların gözünde de.” derler. Burada gördüğümüz üzere,
cinayet söz konusu namus olduğunda toplum nezdinde makul sayılabiliyor.
“ Cinayeti engelleyebilmek için bir şeyler yapabilecekken yapmayanların çoğu,
namus sorunlarının ancak faciada rol almış kişilerin erişebildiği kutsal
alanlar olduğu bahanesiyle kendilerini avutmuşlardı.” İran kökenli Amerikalı
bir tarihçi ve cinsiyet teorisyeni olan, Afsāneh Najmābādi’ nin ulus devlet ve
toplumsal cinsiyet bağlamında söyledikleri, aslında tamamen kadının
kişisel/özel alanına ait olan cinselliğinin nasıl namus adı altında toplumsal
bir mesele haline getirişini ulus devlet ve ataerki bağlamında açıklıyor: Millet, büyük ölçüde bir erkek kardeşler
birliğiydi. Ulusun erkek oluşu ile vatanın kadın oluşuna sıkı sıkıya bağlı olan
bir kavram da, namustu. Namus kavramı, milletin dinsel bir cemaatten ulusal bir
cemaate dönüşmesiyle birlikte, dinsel anlamından koparılarak ulusal bir anlam
kazanmıştır. Kadının iffeti fikri ile ulusun bütünlüğü arasında gidip gelen
namus, gerek kadının iffetini, gerekse de ulusu, erkeğin sahiplenmesine ve
korumasına tâbi kıldı: Cinsel namus ile ulusal namus, karşılıklı olarak
birbirlerinin oluşturucusu olmuştu.
Kadınların sınıfsal konumlarına bağlı olarak
da tacize ve aşağılanmaya maruz kaldıklarını görüyoruz. Nasar ailesinin hizmetçileri Victoria Guzman
ve kızı Divina Flor ‘un ailenin erkeklerinin istismarına maruz kaldıklarını şu
sözlerinden anlayabiliyoruz : “ Tam yeniyetmelik yaşlarındayken İbrahim Nasar
baştan çıkarmıştı Victoria Guzman’ ı . Çiftliğin ahırlarında yıllarca gizli
gizli sevişmişti kızla, sevgisi tükenince de hizmet etsin diye onu evine
götürmüştü. Kadının sonraki kocasından olan kızı Divina Flor, kaderinin
Santiago Nasar’ın kaçamaklar yaptığı yatağına girmek olduğunu biliyor, bu
düşünce onu şimdiden kaygılandırıyordu.” Hizmetçi kadınların yanlarında
çalıştıkları erkekler tarafından taciz edilmelerinin bir kader olması şüphesiz
ev sahibinin sınıfsal pozisyonundan kaynaklanıyor. Şöyle ki, eğer kadın karşı
koyarsa şiddete maruz kalabilir ki bunun ev sahibinin yanına kar kalacağı bir
bedel ödemeyeceği çok açıktır. Ya da işini kaybetme korkusuyla kim bilir belki
bir gün zengin ev sahibinin hanımı olma arzusuyla bütün bu istismara ses
çıkaramaz. Bu kabullenilmiş çaresizliği
Divina Flor’ un “ Oramı sımsıkı avuçladı. Zaten evin bir köşesinde beni
tek başıma sıkıştırdığında hep öyle yapardı.” sözlerinde görebiliyoruz.
Özetlemek gerekirse, Kırmızı Pazartesi
herkesin gerçekleşeceğini bildiği bir namus cinayetinin öyküsüdür. Cinayetin
kaçınılmaz olmasının temel sebepleri toplumdaki yerleşik namus anlayışı,
toplumsal cinsiyet rollerinin bir elbise gibi giydirilmesi sonucu o elbiseye
uyum sağlamayanların toplumun bileşenleri tarafından dışlandığı veya
cezalandırıldığı muhafazakar toplumsal yapıdır diyebiliriz.
KAYNAKÇA
Berktay,
F. (2009). Feminist Teorinin Önemli Bir Alanı: Cinsellik. Cogito, 58(Feminizm),
58-72.
Bora,
A. (2006, Nisan 3). birikimdergisi.com. Retrieved Ağustos 8, 2019, from
Dört Kitapta Feminizm!:
https://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/87/dort-kitapta-feminizm#.XUtCBOgzbIV
Goldman, E. (2006).
Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir. Agora Kitaplığı.
Marquez, G. (2019). Kırmızı Pazartesi.
İstanbul: Can Sanat Yayınları.