19 Ağustos 2019 Pazartesi

KIRMIZI PAZARTESİ ROMANININ TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ AÇISINDAN İNCELENMESİ





Kırmızı Pazartesi, Gabriel García Márquez’ in 1981 yılında yazdığı, işleneceğini herkesin bildiği bir cinayeti konu alan romanıdır. Santiago Nasar’ ın, ablaları Angela’nın bekaretini aldığı gerekçesiyle Vicario kardeşler tarafından öldürülmesi romandaki ana olaydır. Dolayısıyla namus, muhafazakarlık ve toplumsal cinsiyet yazar tarafından roman boyunca vurgulanan ve eleştirilen ana temalardır. Bu yazıda, bahsi geçen temaları kitaptan alıntılar yaparak inceleyeceğim.

Roman, Kolombiya toplumunun muhafazakar ve ataerkil yapısını gözler önüne seriyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlar ve erkekler üzerindeki baskısını Angela Vicario’ nun düğün gecesi bakire olmadığı gerekçesiyle ailesinin evine geri gönderilmesinden, erkek kardeşlerinin Nasar’ ı öldürmesine kadar uzanan süreçte açıkça gözlemleyebiliyoruz.  Angela’ nın annesi Purisima del Carmen’ in  “Oğlanlar erkek adam olacak şekilde büyütülmüşlerdi. Kızlarsa evlenmek üzere yetiştirilmişlerdi... Her erkek onlarla mutlu olur, çünkü acı çekmek için yetiştirilmişler.” sözleri cinsiyet rollerinin daha çocuk yaşta aşılanmaya başlandığını; erkeklerin cesur ve güçlü olma ya da ekmek parası kazanabilme gibi "kadınlarını" koruyabilecek becerilerle donatıldığını; kadınlarınsa dikiş dikmek ve yemek yapmak gibi kendilerine tanımlanan  “güvenli”  alanda kendilerini eşleri ve çocukları için feda etmelerinin öğütlendiği bir eğitim sürecinden geçtiklerini görüyoruz. Evlilik ve bu yolla sağlanan eğitim düzeneği, kadını asalakça, bağımlı olarak ve çaresiz bir hizmetkarmış gibi sürdüreceği bir hayata hazırlarken, erkeğe bir insanın hayatını tapulu mülkmüş gibi sahiplenme hakkını tanır. Evliliği erkeğin kadın üzerindeki “seks tekeli” olarak tanımlarsak, kadının bakire olmaması, erkeğin “mülkiyet hakkını” tehlikeye soktuğu gerekçesiyle bir infial yaratır ki romanın çıkış noktası da budur.  
Öte yandan, toplum cinsellik konusunda iki yüzlü bir tutum izler. Cinsel konularda erkek, serüvenleriyle ve kadınlara karşı başarılarıyla övünür, çocukluğundan itibaren kendilerine kadınların fethedilmeyi istedikleri, ayartılmayı sevdikleri öğretilir bu sebeple yetişkin olduklarında fatih rolü oynamak isterler. Bayardo San Roman’ ın “köyden köye dolaşarak evlenecek birini araması”, evleneceği kadının Angela olduğuna karar verdiğinde onu etkilemek için türlü gösterişler yapması, Angela’ya doğum günü hediyesi olarak pahalı bir gramofon alması,  dul Xius’ un villasını pazarlık yapıp  alması, düğün için tonlarca para harcaması bu “fethetme” arzunun dışa vurumu olarak okunabilir. Romanda sürekli olarak bekaretin toplum için önemi vurgulanır. Örneğin, Angela ve San Roman ev bakmaya gideceklerinde kızının namusuna laf gelmemesi için “kör” babası çiftin peşinden yollanır. Bir başka örnek ise gelinin bekaretinin ispatı olarak düğünde taktığı portakal çiçeklerini Angela’nın bakire olmadığı halde takması ayıplanmasıdır.
Cinsiyet politikaları aktivisti ve teorisyeni Gayle Rubin’in işaret ettiği gibi, cinsellik, toplumsal cinsiyetler arasındaki ilişkilerin düğüm noktası olduğu için, kadınların ezilmesi önemli ölçüde onun içinde biçimlenir, inşa edilir ve onun dolayımında gerçekleşir. Evlilik bir kurum olarak devlet, din ve toplum tarafından yüceltilir, kutsal olarak tanımlanır. Cinsellik bireyi devlete bağlayan “toplumsal sözleşmeye” dahil olur. Böylelikle, üreme zorunluluğuyla ve yalnızca devlet ya da din tarafından onaylanmış tek eşle yaşanması kaydıyla cinsellik kabul edilebilir hale getirilir. Bunda kapitalizmin, bir yandan aile üyeleri arasındaki bağları sıkılaştıran temel işlevleri yok ederek çekirdek ailenin maddi temellerini sarsarken, diğer yandan da ideolojik düzlemde, aileyi aşkın ve ve duygusal güvenliğin kaynağı olarak yüceltmesinin büyük rolü vardır. Eğer kadın, cinselliğini devlet ya da dini kurumların onayı olmadan keşfedecek olursa, “iyi” bir adamın eşi olmaya layık olmama suçlamasına maruz kalacaktır. Nitekim tüm bu cinayet sarmalını başlatan olay da tam da bu gerekçeyle meydana gelir. Angela’ nın ailesinin evine geri gönderilmesi hem Bayardo San Roman’ın , hem de Angela ve ailesinin onurunu kırar. San Roman fildişinden “erkekliğinin” yıkılmasını kaldıramayıp kendisini içkiye verir. Ataerkil toplum  bu hikayenin en büyük kaybedeninin San Roman olduğunu düşünür. Annesinin Angela’ ya şiddet uygulaması ise bu ataerkil yapının toplumun yaşlı kadınları tarafından içselleştirilip, düzenin ateşli bir savunucu haline gelmelerinin sonucudur. Aynı şekilde, erkek kardeşlerin “namuslarını temizlemek” için Santiago Nasar’ ı öldürmeleri de bu düzenin erkeklerin omuzlarına yıktığı ağır sorumluluktan kaynaklanır. Kardeşler roman boyunca bu cinayeti işleyip işlememek konusunda gelgitler yaşarlar; ikizleri, ataerki altında ezilen tek bir erkek bireyin yaşadığı ikilem olarak da okuyabiliriz. Bir tarafta toplum tarafından yüklenen misyona inanmışlık vardır, bir tarafta ise bu bir "suç" ise de cezasının ölüm olmaması gerektiği düşüncesi vardır. Bir yanda hayvanlarına çiçek isimleri veren kasap kardeşlerin kimseyi öldüremeyeceğine inanan insanlar varken, diğer yanda Vicario kardeşler, Nasar’ ı öldürdükten sonra “Onu bilinçli olarak öldürdük, ama biz masumuz... Tanrı katında da, insanların gözünde de.” derler. Burada gördüğümüz üzere, cinayet söz konusu namus olduğunda toplum nezdinde makul sayılabiliyor. “ Cinayeti engelleyebilmek için bir şeyler yapabilecekken yapmayanların çoğu, namus sorunlarının ancak faciada rol almış kişilerin erişebildiği kutsal alanlar olduğu bahanesiyle kendilerini avutmuşlardı.” İran kökenli Amerikalı bir tarihçi ve cinsiyet teorisyeni olan, Afsāneh Najmābādi’ nin ulus devlet ve toplumsal cinsiyet bağlamında söyledikleri, aslında tamamen kadının kişisel/özel alanına ait olan cinselliğinin nasıl namus adı altında toplumsal bir mesele haline getirişini ulus devlet ve ataerki bağlamında açıklıyor:  Millet, büyük ölçüde bir erkek kardeşler birliğiydi. Ulusun erkek oluşu ile vatanın kadın oluşuna sıkı sıkıya bağlı olan bir kavram da, namustu. Namus kavramı, milletin dinsel bir cemaatten ulusal bir cemaate dönüşmesiyle birlikte, dinsel anlamından koparılarak ulusal bir anlam kazanmıştır. Kadının iffeti fikri ile ulusun bütünlüğü arasında gidip gelen namus, gerek kadının iffetini, gerekse de ulusu, erkeğin sahiplenmesine ve korumasına tâbi kıldı: Cinsel namus ile ulusal namus, karşılıklı olarak birbirlerinin oluşturucusu olmuştu.
Kadınların sınıfsal konumlarına bağlı olarak da tacize ve aşağılanmaya maruz kaldıklarını görüyoruz.  Nasar ailesinin hizmetçileri Victoria Guzman ve kızı Divina Flor ‘un ailenin erkeklerinin istismarına maruz kaldıklarını şu sözlerinden anlayabiliyoruz : “ Tam yeniyetmelik yaşlarındayken İbrahim Nasar baştan çıkarmıştı Victoria Guzman’ ı . Çiftliğin ahırlarında yıllarca gizli gizli sevişmişti kızla, sevgisi tükenince de hizmet etsin diye onu evine götürmüştü. Kadının sonraki kocasından olan kızı Divina Flor, kaderinin Santiago Nasar’ın kaçamaklar yaptığı yatağına girmek olduğunu biliyor, bu düşünce onu şimdiden kaygılandırıyordu.” Hizmetçi kadınların yanlarında çalıştıkları erkekler tarafından taciz edilmelerinin bir kader olması şüphesiz ev sahibinin sınıfsal pozisyonundan kaynaklanıyor. Şöyle ki, eğer kadın karşı koyarsa şiddete maruz kalabilir ki bunun ev sahibinin yanına kar kalacağı bir bedel ödemeyeceği çok açıktır. Ya da işini kaybetme korkusuyla kim bilir belki bir gün zengin ev sahibinin hanımı olma arzusuyla bütün bu istismara ses çıkaramaz. Bu kabullenilmiş çaresizliği  Divina Flor’ un “ Oramı sımsıkı avuçladı. Zaten evin bir köşesinde beni tek başıma sıkıştırdığında hep öyle yapardı.” sözlerinde görebiliyoruz.
Özetlemek gerekirse, Kırmızı Pazartesi herkesin gerçekleşeceğini bildiği bir namus cinayetinin öyküsüdür. Cinayetin kaçınılmaz olmasının temel sebepleri toplumdaki yerleşik namus anlayışı, toplumsal cinsiyet rollerinin bir elbise gibi giydirilmesi sonucu o elbiseye uyum sağlamayanların toplumun bileşenleri tarafından dışlandığı veya cezalandırıldığı muhafazakar toplumsal yapıdır diyebiliriz.

KAYNAKÇA
Berktay, F. (2009). Feminist Teorinin Önemli Bir Alanı: Cinsellik. Cogito, 58(Feminizm), 58-72.
Bora, A. (2006, Nisan 3). birikimdergisi.com. Retrieved Ağustos 8, 2019, from Dört Kitapta Feminizm!: https://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/87/dort-kitapta-feminizm#.XUtCBOgzbIV
Goldman, E. (2006). Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir. Agora Kitaplığı.
Marquez, G. (2019). Kırmızı Pazartesi. İstanbul: Can Sanat Yayınları.


31 Aralık 2017 Pazar

BU SEFER DE Mİ ENDYMİON DEĞİL, ZEUS BEYCİĞİM!

selene endymion ile ilgili görsel sonucu
Merhabalar değerli okur. Nasılsınız, afiyettesiniz inşallah. Görüşmeyeli pek çok şey oldu tabi hepimizin hayatında, gerçi anlatmaya ve okumaya değer bir şeyler olmadıkça yollarımızın kesişmediğini de hepimiz biliyoruz ya neyse. Bu meselede sizlere Yunan mitolojisindeki ay tanrıçası Selene ve büyük aşkı Endymion'un hikayesini anlatıcam. İsmim dolayısıyla pek sevdiğim bi hikayedir. Ayıptır söylemesi ilişki durumu da hiç de öyle tanrıçavari değil, yazının çıkış noktası da bu. Ha küçük bir not : bu mesele biraz mizahi, biraz da ciddiyetsiz olacak. blogumuzun çizgisinin bir adım dışına çıkmış diyebileceğimiz türden yani. Yeni bir şey deniyorum yazım açısından oysaki içimdeki drama kraliçesinin içkisine ilaç atıp uyuttuğum zamanlarda böyle dalgacı bir                    insanımdır. Neyse efendim lafı fazla dolandırmadan meseleye geçelim.

16 Haziran 2017 Cuma

Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar

Değiştim
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil

Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,
ne kazanabileni ne de kaybedeniyim
Sorun değil

Elbet Alışırım
Biraz alıştım.
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar

6 Mart 2017 Pazartesi

Huzursuz Edici Bir Adam: Cesare Pavese






"Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.
Bir ayıba son verir gibi olacak,
Belirmesini görür gibi
Aynada ölü bir yüzün,
Dinler gibi dudakları kapalı bir ağzı.
O derin burgaca ineceğiz sessizce."


22 Temmuz 2016 Cuma

WALK UNAFRAID


Kulaklarımın daha fazla duyamadığı için üzüldüğüm zamanlar olur, bu şarkı o anların tümü için.




14 Mayıs 2016 Cumartesi

CANSUNUN SEÇTİKLERİ 5/BİLMEMKAÇ

Bilmem kaçıncı günün bilmem kaçıncı ayında bilmem kaçıncı yılındayım; ömrümün bilmem kaçıncı sevmediğim ilkbaharı bitmeden sokakta kenara atılmış bir kağıt parçasını alıp yazmaya başlamadan önce. hiç sevmediğim yazar müsveddesinin çok sevdiğim bir sözü vardır şimdi size kendi cümlelerimle tarif edebilirim ya da iki saat daha burda bekleyebilirim. saat gündoğumu. beklemeyi sevmem. hep bir aceleye sürükler beni sokaklar. sokakta yürünmez sanki koşulur. soluk soluğa dört nala. tıpkı hayat gibi. çıkmaz bir sokağın önünde küfredene kadar bir maceradır her ikisi de. sokakta değilim. gözlerim yorgun. şuraya kıvrılıp yatsam saniyeler yıllar gibi geçer mi? Bilmem kaçıncı düşümün ortasında birden uyansam bir çuval inciri berbat ederim. kalsın. kalanlar yeter. ne diyordum? dört bir yanınızı gitmek hevesi sarmış ama siz de burdasınız ve sırlarınızı biliyorum. önümde birbirine sarılan çift. kumral kız özledim diyor. yalan. adamın hisleri tartışmaya kapalı. garson kız bana sürekli gülümsüyor. antidepresandan önce bir çay daha? gülümsemesi bu. sizi sevdim ama sevmemiş de olabilirim çılgınlığı. paspasını elinden alıyorum bir diğerinin. bırak ben temizlerim. gazete okur gibi yapıp okuyamayan yaşlılar bekler gibi yapıp bekleyemeyenler anonslar arasında kaybolup giden bir hiç. bunun da anonsunu yapıyor bordo rujlu bir kadın. kafamın içinde uçuşuyor boynundaki fular. dalıyorum. ihtişamlı bir köprünün altında coşkun seller gibi akıp giden suyun üstünde yavaşça yürümek istiyorum. yerlere atılan kağıt parçaları ayaklarıma yapışıyor. burdakiler pis değil ve sigara kokmuyor. ıslak biraz. olsun o kadar. buralarda birileri benden önce dolaşmış. sarılsam beni hissederler. sarılmıyorum. sarılsam gitmem kalırım. kalanlar yetmez onlara. üşüyünce üstüme deri ceketini bırakan bir duraktayım. duraklar gitmek içinse neden durulur ki. bir ip olmak istiyorum bir köprü bir ışık bir koku. her şey anlamını yitirirken pek çok şey olmak ister insan.